Çevre Ahlâkı Nedir?
Çevre ahlâkı yeni bir konu olup Ahlâk Felsefesi’nin alt dalı olarak ele alınmaktadır. Dünya çapındaki çevre sorunlarının ortaya çıkması ve insanın bunların üstesinden gelme çabaları çerçevesinde doğduğu söylenebilir. Bu bakımdan, kendisinden önce ortaya çıkan tıp ahlâkı, iş ahlâkı vb. pratik ahlâk kuramlarına benzemekle beraber, konuyla ilgili tartışmaların tarihi oldukça yenidir.
Felsefecilerin konuyla ilgilenmesi, çevre-ahlâk ilişkisiyle ilgili tartışmalara katılmaları; konuyu felsefî ve eleştirel olarak ele almaları ise daha da yenidir. Ömer Naci Soykan’ın tespitiyle “Felsefe ve felsefeciler çevre sorunlarıyla ilgilenmekte gecikmişlerdir.”
Ne Zaman Ortaya Çıktı?
Çevre sorunlarının ortaya ilk çıkışı II. Dünya Savaşı’ndan sonrasına rastlar. İlk çevreci hareketler 60’lı yıllarda başlamakla beraber, asıl yoğunluk ve büyük gösteriler 70’li yıllarda meydana gelmiştir. Bütün bu çevreci hareketlerin ve protestoların niteliğine bakıldığında olayın ahlâkî boyutundan çok, teknoloji ve aşırı sanayileşme sorununun ele alındığı görülür.
Bu nedenle alınacak yasal ve teknolojik önlemlerle veya teknolojilerin daha az uygulanmasıyla sorunun çözüleceği sanılıyordu.
Seksenli yıllarda çevre sorunları olarak adlandırılan ve sadece doğal dengeyi değil, gerekli önlemler alınmadığı takdirde başta insanın kendi hayatı olmak üzere, tüm yaşamı tehdit ettiği ileri sürülen ekosistemdeki bazı sorunların daha derin boyutları üzerinde durulmaya başlandı.
Yeni bir Ahlâk Felsefesi geliştirmeye çalışan filozoflara göre çevre sorunlarının kaynağını, çevreye yönelik davranışlarımızı yönlendiren, evrene, insana, insanın evrendeki yerine, yaşamın anlamına ilişkin temel felsefî inançlarımız oluşturuyordu.
Çevre sorunlarının sadece teknolojik önlemler ve yasal düzenlemelerle çözülemeyeceğinin anlaşılması üzerine, sorunun ahlakî boyutunun önemi her kesim tarafından kabul edilmeye başlanmıştır.
BM’nin önerisiyle 1987 yılında hazırlanan Ortak Geleceğimiz adlı kitabın komisyon başkanı Gro Harlem Brundtland bütüncül yeni bir ahlâk için insanlığa çağrıda bulundu: “Ekonomik gelişme ve çevre korumanın el ele gittiği yeni bütüncül bir ahlâka ihtiyaç var.”
Ortak Geleceğimiz Raporu’nda, sürdürülebilir kalkınmanın hedeflerine baktığımızda çoğunun ahlâkî kararlarımızla ilgili olduğu görülür:
- Büyümeyi canlandırmak
- Büyümenin kalitesini değiştirmek
- İş bulma, yiyecek, enerji, su ve sağlık konularındaki temel ihtiyaçları karşılamak
- Sürdürülebilir bir nüfus düzeyini garanti altına almak
- Kaynak tabanını korumak ve zenginleştirmek
- Teknolojiyi yeniden yönlendirmek ve riski yönetmek
- Karar verme sürecinde çevre ve ekonomiyi birleştirmek…
“İnsanlığın geleceği ve refahı, sürdürülebilir kalkınmayı global bir seviyeye çıkarmasına bağlıdır.” (Ortak Geleceğimiz Raporu, 1987)
Ahlâk’ın Çevrenin Korunmasında Yapacağı Katkı
Ahlâk ve ahlâkî değerlerin çevre konusunda en az beş pratik nedeni vardır.
Birincisi, bir kültürün sahip olduğu moral değerler ve bilişsel inançlar, insan toplumlarının çevreleriyle olan ilişkilerini düzenlemede ve sahip oldukları ekonomik ve politik ilişkileri korumada kesin bir rol oynar. Bundan dolayı ahlâktan beklenen birinci görev, kültürlerin içine nüfuz etmiş moral prensipleri anlama ve değerlendirmektir. Bu prensipler nelerdir, insanların birbiriyle ve dünyayla olan ilişkilerini iyileştirme veya bozmada nasıl etkin oluyorlar?
İkincisi, ahlâkî değerlerin insanın çevresindeki dünyaya karşı bazen kişisel fedakârlıklarda da bulunarak daha duyarlı olması için motive etmesidir. Bu da çevreci hareketlerin insanın kendi menfaatleri için veya insan neslinin yok olacağı korkusuyla ilgili yaptıkları aşırı telkinlerinin bir sonucudur.
Üçüncüsü, politik karar mekanizmasındaki değerleri açıklığa kavuşturmadaki rolü ve alternatif hareket tarzları için ahlâkî sebepler sıralamasıdır. Çağdaş çevre ve kalkınma konuları ahlâkî sonuçlarla yüklü olup akıllıca tercihler yapılmadan önce iyice anlaşılmalı ve tartışılmalıdır.
Dördüncüsü, ahlâk çevre koruma ve kalkınma projelerine engel olan önemli değer çatışmalarının çözülmesine yardım eder. Bunu yaparken bir tarafı haklı, diğer tarafı haksız göstermek veya gerçekten dünyadan soyut, tamamen teorik bir çözüm sunmaz. Ancak, konuyu o şekilde yeniden tanımlar ki birbirine zıt gibi algılanan her iki durumdaki değerlerin kıymete değer olduğu anlaşılır. Böylece somut bir sonuca ulaşmayı potansiyel olarak teşvik eder.
Beşincisi, dünyanın her bölgesi ve kültürü için sürdürülebilir kalkınmayı teşvik edecek yeni sosyal bir paradigmayı açıklamada katkı sağlar.
(Kaynak: Özdemir, İbrahim. Çevre, İnsan ve Sorumluklarımız, İstanbul: Akıl Fikir Yayınları, 2020).