İslam

İslam dini de müntesiplerine çok farklı bir âlem anlayışı sunar. Bunun en müşahhas örnekleri Mekke’de inen ilk Kur’an ayetleridir.  

İslam öncesi Araplar için tabiat, “anlamsız, ruhsuz ve anlamsız” bir varlık iken, daha Kur’an’ın ilk ayetlerinden itibaren, yaratıcısının kudretini, ilmini, iradesini, celâl ve cemâlini yansıtan muhteşem bir kâinat tablosu sunulur: 

“Bu kâinatta her şey anlam yüklüdür; kendisinden ötesine işaret eden bir ayettir, O’nun hakkında bir belgedir.” 

Bu nedenle Kur’an’ın ayetleri ile ufuklarda ve insanın nefsinde ortaya çıkan ayetler arasında tam bir örtüşme vardır.

Bakara suresi 164. ayette, inanmak için Hz. Peygamberden mucize isteyenlere “göklerdeki ve yerin derinliklerindeki” mucizelere bakmaları istenir. 

Buna göre, yıldızlarda, güneşte, ayda; denizlerde yüzdürülen gemilerde, kuşlarda, hayvanlarda her şeyde “O’nu gösteren” ayetler, işaretler var. 

Bunlara bakılması ve farklı bir şekilde okunması istenir. Mucizelerle dolu bir âlemde yaşıyoruz. DNA’nın yapı taşlarının anlaşıldığı, içinde yaşadığımız âlemle ilgili bilgilerimizin insanlık tarihinde görülmemiş bir şekilde arttığı bir zamanda yaşıyoruz. Tüm bu birikime “âlemin Yaratıcısı ve Sahibi, ondaki düzen, ölçü ve güzelliğin devam ettiricisi (sürdürücüsü)” açısından bakıldığında bu mucizeler daha iyi anlaşılacaktır.

Kur’an oluşturduğu ve tarihin en ihtişamlı medeniyetlerinden birisi İslam medeniyetidir. Bu medeniyet önce Şam’a, sonra Bağdat, Endülüs, Kahire Konya, Bursa, Edirne ve İstanbul’a damgasını vurdu. Buna İsfahan’ı Tebriz’i ve Hindistan’ın bazı şehirlerini de ekleyebilirsiniz.

Bu medeniyetin oluşturduğu insan–tabiat ilişkisi diğer medeniyetlerden farklıdır. Bundan dolayı da İslam medeniyeti bağlamında baktığımızda şu soruların dikkatle irdelenmesi ve cevaplanması gerekmektedir:

  • Tabiatın ve etrafımızdaki çevrenin anlamı nedir? 
  • İnsanın tabiattaki yeri nedir? 
  • İnsan-tabiat ilişkileri nedir? 

İslam’ın bu sorulara verdiği cevaplar, onu diğer medeniyetlerden ayırmakta ve özgün niteliğini vermektedir. 

Ya da İslam medeniyetinin bu sorulara verdiği cevaplara bakıldığında diğer medeniyetlerle ayrıştığı, örtüştüğü veya onlardan etkilendiği noktalar daha iyi anlaşılacaktır.

18. yüzyılda Şam’da yaşamış mutasavvıf şair Abdülgani Nablusi (ö.1731)  Kur’an’ın âlem anlayışını iki beyitte özetliyor: 

“Kâinatın satırlarını derinden düşün; 

Çünkü onlar sana Mele-i A’lâdan [Allah’tan] gelen mektuplardır!” 

Kâinatın ve etrafımızdaki her şeyin Allah’tan bize yazılmış mektuplar olarak görmenin çevre açısından ifade ettiği değeri okuyucuların dikkatlerine ve takdirlerine bırakıyorum. 

Zira bizler bir sevdiğimize ait mektubu veya başka bir nesneyi öncelikle itina ile saklamaya ve korumaya çalışırız. Maddi değerinden çok, manevi değer ve anlamını düşünürüz. 

Bir ömür boyu bu tür mektupları saklar ve koruruz. İşte tam da bu bağlamda, etrafımızdaki varlıklara bakalım. Onların bize sağladığı fayda ve çıkarların ötesindeki anlamını anlamaya çalışalım. 

Onlardaki ilahi boyutu görmeye çalışalım. Norveçli çevreci düşünür Arne Naes’ın dediği gibi “derin çevreyi” anlamaya çalışalım. 

İşte o zaman çevre bilinci uyanmaya ve güçlenmeye başlar. 

Kur’an’ın âlem anlayışının ilk ve en muhteşem örneği olan Hz. Peygamber’in hayatına bu açıdan bakmamız lazım. Allah-âlem-insan ilişkileri bağlamında incelememiz gerekmektedir. 

O, bir rahmet ve şefkat peygamberiydi. 

Bütün alemlere rahmet olarak gönderilmişti. 

Bir kuşun yuvasını bozan askerini uyararak “derhal o yavruyu götürüp yuvasına koymasını” söylüyor. Onu yerine koymadıkça ibadetlerinin kabul olmayacağını vurguluyor. Bu da görüyorsunuz bir bütüncül bakış. Sevgi, merhamet, şefkat temelli bir dünya görüşü var.

Kaynak: Özdemir, İbrahim (1997). Çevre ve Din, Çevre Bakanlığı Yayınları, Ankara.