Budizm
Genelde doğu din ve felsefelerinin insan-tabiat ilişkisiyle ilgili görüşleri batılı insanın dikkatini çekmemişti. Daha doğrusu geçerli ve baskın tek medeniyet olarak kendi medeniyetini gören Batılı insan, diğer medeniyetlere ilgisiz kalmış ve hatta onların yok olup gitmesine seyirci kalmıştı.
Bunun ne kadar büyük bir hata ve kayıp olduğunu ise yeni yeni fark ediyoruz. Tıpkı çevrenin ve doğal hayatın kıymetini çevre sorunları ortaya çıktıktan sonra anladığımız gibi; eski kültürlerin, medeniyetlerin ve özellikle de büyük dinlerin önemini de yeniden keşfediyoruz.
Ünlü çağdaş Budist düşünür İkede’ya göre, Budizm’de insan-doğa ilişkisinin temeli ‘düalist bir karşıtlık olmayıp, karşılıklı bağımlılık’ oluşturmaktadır. Bunu Esho Funi kavramıyla açıklayan İkeda şöyle demektedir:
Sho, bağımsız yaşam öğesi demek olan Shoho’e bu hayatın dayanağını sağlayan çevre demek olan eho yerine kullanılmıştır. İnsan hayatı çevresini hem etkilediği hem de ona bağımlı olduğu için bu ikisi -Esho - ayrılmaz- Funi. İnsan ve çevresi iki ayrı ve zıt öğe olarak görülürse ne birini ne diğerini doğru perspektif içinde kavramak mümkün olmaz.
Çevre sabit ve değişmez kalmak yerine destek olduğu hayata göre değişir. Yalnız insan ve örneğin kuş için gerekli olan çevre farklı olmakla kalmaz, insanların bireysel özelliklerine göre de çevreleri değişir. Bu anlamda öznel beden ile çevre bölünmez bir bütündür. Budist düşünce bu kavramı daha da ilerleterek özne ve çevre arasındaki birliğin temelini kozmik hayat gücünde bulur (Yaşamı Seçin, s.41).
İkeda’ya göre, Japon halkının atalarından miras aldıkları "insan ve çevre arasındaki uyum" inancı tabiatla daha dengeli bir hayat sürmelerinde en belirleyici etkendi. Japon düşünüre göre "bu ölçütler kendiliğinden çevre kirlenmesini önleyecek bir güce sahip olmuşlardır." Bunun en güzel ve çarpıcı göstergesi ise "çağdaş dönemden önce Japonya'da doğa güzelliklerinin çağlar boyunca korunabilmiş olmasıdır."
Tibet’in hem dini hem de politik lideri Budizm’in en renkli siması, Hollywood yıldızlarının gözdesi, uzun yıllardır Kuzey Hindistan’da sürgünde yaşayan Dalai Lama’ya kulak verelim.
- “Çevrenin ve doğal hayatın tahribi tamamen tabiattaki zengin canlı türlerini hesaba katmayan ve onlara karşı saygı duymayan cahilliğin aç gözlülüğün ve saygısızlığın bir sonucudur. Eğer yaşadığımız dünyada barışı realize edemezsek ve çevreyi tahrip edişimiz bugünkü hızı ile devam ederse, çocuklarımıza ve gelecek nesillere ölü bir dünya bırakacağımızdan şüphe yoktur. Bugün uluslararası topluluk birçok krizle yüz yüzedir.
- Büyük insan topluluklarının açlık ve sefaletle yüz yüze kalması ve yeryüzündeki canlı türlerinin yok olması, bilim ve teknolojideki gelişmeleri gölgelemese bile, onlar kadar bir gerçektir. Uzayına fethine paralel olarak insanın cahilliğinin ve güdük anlayışının bir sonucu olarak göller, nehirler, denizler ve okyanuslar kirlenmektedir.
- Gelecek nesillerin hayvanların gerçek habitatları ile ilgili bir şey bilmeme tehlikesi ile karşı karşıyayız. Muhtemelen gelecek nesiller bugün yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduklarını bildiğimiz ormanlar ve bazı hayvan türleri hakkında hiçbir şey bilmeyecekler.
- Bizler bu büyük tehlikenin farkında olan bir nesiliz. Bundan dolayı bir şeyler yapmak için çok geç olmadan harekete geçme somut adımlar atma durum ve sorumluluğundayız.”
Kadim bir din olan Budizm, başta çevre olmak üzere, sade bir hayat yaşama ve mütevazı olma gibi değerleriyle günümüz insanlarını etkileye devam etmektedir.
Dünyanın en ünlü mankeni Kate Moss’un Budizm’in insan-çevre ilişkileriyle ilgili görüşlerinden etkilenerek, Budizm’e ve ekolojik konulara daha çok yönelmesi bu konuda sadece bir örnektir.
Kaynak: Özdemir, İbrahim (1997). Çevre ve Din, Çevre Bakanlığı Yayınları, Ankara.