Çevre ve Dinler

Modern insanın karşı karşıya bulunduğu sorunlardan biri, belki de en önemlisi, çevre sorunlarıdır. Çevre merkezli sorunlar, sadece insanın kendi varlığını değil, başta gelecek nesillerin sağlıklı bir ortamda yaşama hakkı olmak üzere tüm gezegenimizi tehdit etmektedir. Bu niteliğiyle de küresel bir sorun olarak hepimizi yakından ilgilendirmektedir. 

Bunun en basit ve sade anlamı; içerisinde yaşadığımız ve bir parçası olduğumuz âlemle dengeli bir birliktelilik oluşturamadığımızdır. Bizi bir anne şefkatiyle besleyen ve yetiştiren tabiatı tahrip ettik. Bilim ve teknoloji alanında baş döndürücü başarılara ve keşiflere imza attık. Ayın fethinde sonra, uzay derinlikleri yanında, atomun derinliklerine de birçok keşif yaptık. Tüm bunlara rağmen içerisinde yaşadığımız ve bir parçası olduğumuz dünya ile dengeli bir şekilde yaşamayı maalesef başaramadığı görülmektedir. 

Tabiatı ve içerisindekileri ele geçirilmesi, sahip olunması ve sömürülmesi gereken bir nesne olarak gördük. Sürekli tüketti. Tabiatın kaynaklarını sonsuz ve sınırsız zannettik. Adeta o güzelim kaynakları talan ettik, tükettik Tabiatı tüketirken kendimizi tükettiğimiz çok geç fark ettik. Tabiatın efendisi değil, mütevazı bir parçası olduğumuzu; bundan dolayı da çevremizdeki varlıklarla uyum içerisinde yaşamamız gerektiğini çok geç kavrayabildik.

Çevre bilincinin öncülerinde E.F. Schumacher, modern insanını bu durumunu çok özlü olarak özetlemektedir:

  • Çağdaş insan bilimsel ve teknik gücünün gelişmesinden duyduğu coşku içinde doğayı kirleten bir üretim sistemi ve insanı sakat bırakan bir toplum türü kurmuştur. Servet durmadan artabilse, her şeyin yoluna girebileceği sanılmaktadır. 
  • Paranın her şeye gücü yeter sayılmakta; adalet, uyumluluk, güzellik ve hatta sağlık gibi madde dışı değerleri gerçekten satın alamasa bile, gerekliliklerini ortadan kaldırabileceği ya da bu değerlerin kaybının karşılığını verebileceği düşünülmektedir. 
  • Böylece üretimin geliştirilmesi ve servet birikimi çağdaş dünyanın en yüce amaçları haline gelmiş bulunmaktadır. Onlara kıyasla tüm öteki amaçlar, her ne kadar lafı edilse bile, ikincil planda kalmıştır. Birincil amaçların doğrulanmasına gerek yoktur; tüm ikincil amaçlar ise sonuçta birincil amaçlara erişilmesine hizmet ettikleri oranda kendilerini doğrulayabilmek durumundadır. Bu maddeciliğin felsefesidir ve bugün olayların meydan okumakta olduğu felsefe- yada metafizik- de budur. (Schumacher, 1989)

Modern zamanlardan çok önceleri de insan yaşamak için tabiattan yararlanıyordu. İnsanlar geçimlerini ve varlıklarını tabiatı kullanmaya ve onun bazı güçlüklerinin üstesinden gelmeye borçluydular. Ancak bu yaşayış ve var olma mücadelesi hiçbir zaman tabiata karşı bir düşmanlığa dönüşmemişti.

İlkel bazı kavimlerde olduğu gibi kimi zaman tabiattan korkmuş insan. Ona inanmış, ibadet etmiş ve sığınmış. Bir anneye sığınır gibi, tabiata sığınmış ve ondan korunma istemiş. Kimi zaman ise tabiatı yaratıcısının bir eseri olarak görmüş. Modernlik öncesi dönemde “kâinatın temel maddesinin kutsal bir tarafı vardı. Kozmos insanla konuşur; kozmosta olup biten her şeyin bir manası vardır. Etrafımızdaki her şey kozmik alanın “hem perdelediği hem de ifşa ettiği” daha yüksek bir düzeyde bir gerçekliğin sembolleriydi. Kozmosun derin yapısı, insan için manevi bir haber taşır, bu yüzden dinin kendisi ile aynı kaynaktan gelen bir ayettir” (Nasr, 1988). 

Ünlü Dinler Tarihçisi Eliade’nin vurguladığı gibi: “Dindar insan için tabiat hiçbir zaman sadece tabii değildir; her zaman dini bir değere sahiptir. Bunu anlamak kolaydır, çünkü kozmos, kutsal bir yaratılmıştır; tanrıların elinden çıktığı için kutsallıkla yüklüdür” (Eliade, 1959). 

Eliade’nin bu tespiti Yunus Emre’nin “Yaratılanı severiz, Yaratandan ötürü” deyişinin çok güzel yorumlamaktadır. 

Ona göre her şey, Allah’ın ilim, irade ve kudretinin sonucu olarak yaratılmakta ve O’nun sonsuz cemal ve rahmetini yansıtmaktadır. 

Kaynak: Özdemir, İbrahim (1997). Çevre ve Din, Çevre Bakanlığı Yayınları, Ankara.