Çevrenin Dinî, Kültürel ve Ahlâkî Boyutları
Çevrenin dinî boyutunun keşfedilmesi ve dinin/dinlerin çevre sorunlarının çözümünde oynayacakları rolün anlaşılması 1980-1990’lı yıllara rastlar.
Çevre sorunları ve bunların çözümü söz konusu olduğunda unutulmaması gereken bir olgu olarak din ve kültür konusu karşımıza çıkmaktadır. Zira insanlar belli bir kültür ve belli bir dinî atmosfer içerisinde dünyaya gelmektelerdir.
Kişilerin gerek kendileri ve diğer insanlarla gerekse dünya ve doğayla ilgili değer yargılarını dinleri ve kültürleri oluşturmaktadır.
Çevre, din ve ahlâk ilişkisiyle ilgili büyük bir projeyi ilk kez Harvard Üniversitesi 1996-1998 yıllarında başlatmış; bu çerçevede Harvard Üniversitesi Dünya Dinlerini Araştırma Merkezi “Dünya Dinleri ve Çevre” adı altında bir dizi konferanslar düzenlemiştir.
Bu on konferanstan yola çıkarak, çevre kıyımı dalgasını durdurabilecek daha geniş bir çevre ahlâkı için dünya dinlerinden altı ortak değer belirlendi.
- Dünyaya ve onun derin ekolojik süreçlerine hürmet,
- Allah’ın yeryüzünde yarattığı sayısız canlı türe hürmet ve tüm hayat formlarını kapsayacak şekilde ahlâkın genişletilmesi,
- İnsan-tabiat ilişkilerinde karşılıklılık,
- Tabii kaynakların kullanımında kısıtlama, (sınırlı bir dünyada sınırsız büyüme mümkün değil; doğru da değil),
- Hayatın sürekliliği için insanın sorumluluğu,
- Hayatın gelişmesi için ekosistemlerin tamiri.
Kısacası, tabiatın sömürülecek bir kaynak değil, hayatın kaynağı olarak yeniden değerlendirilmesi ve korunması gerektiği sonucu ortaya çıktı.
Bu konferansların kitap olarak yayınlanması ve belli başlı dillere tercüme edilmesiyle dinin çevre bilincinin oluşumunda ve çevrenin korunmasındaki rolü daha çok tartışılmaya başlandı.
Din hakkındaki aydınlanmacı küçümseyici ve dışlayıcı inkâr anlayışı terkedilerek; daha müspet bir anlayış tesis edilmeye ve gelişmeye başladı.
Gary Gardner “Dinleri Sürdürülebilir Bir Dünya Arayışına Katmak” adlı çalışmasında “En genel tanımıyla din, kozmosa ve bizim onun içindeki rolümüze doğru bir yöneliş; insanlara nihai bir anlam duygusu verme ve kişisel dönüşüm; yaşamın tadını çıkarma” imkânı tanıdığını vurgular.
Dinin bu amaçlarını gerçekleştirmek için “çok farklı kaynaklardan yararlanır”: dünya görüşleri, simgeler, ritüeller, ahlâkî normlar, gelenekler ve (kimi zaman) kurumsal yapılar. Dahası din “yaratıcı bir gücü yaşama ve sürdürme fırsatını da sağlar. Bu güç, yaratan bir Tanrı, doğada hayranlık uyandırıcı bir varlık ya da tüm yaşamın kaynağı olabilir”. Bu özellikleri bir bütün olarak düşündüğümüzde insan-çevre ilişkisinde nasıl bir devrim yapabileceği daha iyi anlaşılır.
Çevrenin dinî boyutunun vurgulanmasının pratik sonuçlarından birisi de sanayici, iş adamı, yönetici ve diğer ilgililer kadar, halkımızın da çevre konusunda daha duyarlı hareket etmesidir. Böylece, her tür ticari ve endüstriyel faaliyetlerin amacının sadece kâr olmadığı daha iyi anlaşılır.
Çevre sadece kanun ve yönetmeliklerle korunamaz!
Çevreyi koruyacak ve geliştirecek olan insan olduğuna göre, her şeyden önce insanımıza tarih, medeniyet ve kültürüyle uyumlu bir çevre bilinci verilmeli/kazandırılmalıdır. Bir yandan konuyla ilgili bilimsel ve teknolojik araştırmalar yapılırken, diğer yandan kültürel-sosyal değerlerin çevreyi koruma ve motive edici etkisi unutulmamalıdır. Çevre sorunlarının insanlığa kazandırdığı önemli bir kazanımın, insanların kendi kültürlerini ve tarihlerini çevreci bir bakış açısıyla yeniden keşfetmeleridir.
Sonuç olarak, çevre mevzuatıyla ilgili düzenlemeler ve kanunî yaptırımların etkin olarak devam ettirilmesi gerekir. Ancak asıl çevre koruması, çevre bilincinin yaygınlaşması ve tüm toplum tarafından benimsenmesiyle mümkün olacaktır.
Bu da çevrenin toplumun değer yargıları ve sistemleriyle olan ilgisinin ortaya konmasıyla mümkündür. Bu nedenle, konunun sadece teknik ve bilimsel bir konusu olmayıp kültürel, sosyal ve dinî boyutu da bulunmaktadır. Ayrıca yoksulluk, işsizlik, evsizlik, umutsuzluk ve gelecek korkusunun da ekonomik boyutuyla birer çevre sorunu olduğu unutulmamalıdır.
İnsanoğlunun temel ihtiyaçları olan iş, konut ve onurlu bir hayat için lazım olan asgarî şartlar sağlanmadan, çevre konusu lüks ve fantezi olarak görülmeye devam edilecektir.İnsanın bu ve benzeri temel ihtiyaçları sürdürülebilir bir kalkınma modeli çerçevesinde çözülebilir.
(İleri okumalar: Özdemir, İbrahim. İnsan, Çevre ve Sorumluluklarımız, İstanbul: Akıl-Fikir Yayınları, 2020).